Urfa'Nın Yerlileri Kimlerdir ?

Koray

New member
Selam Forumdaşlar: “Urfa’nın yerlisi kimdir?” sorusuna farklı açılardan bir bakış

Şanlıurfa deyince hepimizin aklına aynı anda çok şey geliyor: kadim medeniyetler, göç yolları, sıra geceleri, “eski Urfa–yeni Urfa” ayrımı, ve bir türlü bitmeyen “yerli–sonradan gelen” tartışması. Ben konuya tek bir noktadan değil, farklı pencerelerden bakmayı seven biriyim. O yüzden hem veriye hem de hikâyelere kulak verelim istiyorum. Bu başlıkta özellikle iki yaklaşımı yan yana koyarak ilerleyeceğim: daha “objektif ve veri odaklı” diye anılan bakışla, daha “duygusal ve toplumsal etkiler odaklı” diye tarif edilen bakış. Elbette bu ayrım kaba bir çerçeve; cinsiyetler arası farklardan bahsederken genellemelerin herkesi kapsamadığını peşinen söylemek isterim. Ama forum tartışmalarında sıkça gördüğümüz iki düşünme biçimini karşılaştırmak, kavramı berraklaştırmamıza yardım edebilir.

“Yerli” kime denir? Tanımın kaygan zemini

“Yerli”, bazılarına göre babadan, dededen Urfa’da doğmuş olmak; bazılarına göre en az üç nesildir aynı mahallede kök salmış aileye mensup olmak; kimine göreyse bu toprağın kültürel ritmine uyum sağlamak, dilini (Urfa ağzını, Kürtçeyi, Arapçayı) konuşmak, yaz sıcağını, kış rüzgârını “urfa usulü” karşılayabilmektir. Modern şehircilik açısından bakarsak nüfus hareketliliği, sanayileşme, üniversitelerin açılması, Suriyeli sığınmacılar gibi dinamikler “yerli” olmayı yalnız soy bağına değil, aidiyet pratiklerine de bağlar. Kısacası tanım; kan bağı–mekân bağı–kültür bağı üçgeninde, bağlamdan bağlama esneyen bir gelenek–yenilik tartışmasıdır.

Veri ve tarih çizgisi: “Objektif/ölçülebilir” bakış neleri öne çıkarır?

Forumlarda çoğu zaman erkek kullanıcıların mesajlarında gördüğümüz, “hadi sayılara bakalım” yaklaşımı önce demografi ve tarihe yaslanır. Bu bakışın tipik dayanakları:

• Nüfus kayıtları ve tapu defterleri: Hangi aileler hangi tarihten beri kaza/mahalle defterlerinde görünüyor? Soyağacı belgeleri kaç nesil geriye gidiyor?

• Göç dalgaları: 20. yüzyılın ikinci yarısında iç göç; son on yılda dış göç ve zorunlu yer değiştirmeler. “Yerlilik oranı”nı yüzde olarak hesaplama denemeleri.

• Dil–lehçe sürekliliği: Urfa ağzındaki belirli fonetik özelliklerin kuşaklar arası aktarımı; mahallelere göre Kürtçe, Arapça, Türkçe dağılımı.

• Mülkiyet ve esnaf kayıtları: Pazar yerinde hangi dükkânlar “dede mirası”? Hangi hanların, kervansarayların çevresindeki aileler kaç kuşaktır orada?

Bu yaklaşımın gücü; tartışmayı ölçülebilir kriterlere bağlayarak “kimin neye dayanarak konuştuğu”nu netleştirmesi. Zayıf noktasıysa, “yerlilik” gibi kültürel ve duygusal bir kavramı tamamen istatistiğe indirgeme riskidir. Mesela bir ailenin 30 yıl önce Urfa’ya yerleşmiş olup bugün bütün komşuluk ağlarına karışması, çocuklarının Urfa türkülerini ezbere bilmesi bu ölçekte “yarım yerlilik” gibi ara kategori üretir ama bu kategorilerin insani karşılığı her zaman tatmin edici olmaz.

Hikâyeler ve toplumsal doku: “Duygusal/toplumsal etkiler” bakışı neyi görür?

Forumlarda daha çok kadın kullanıcıların kaleminden gördüğümüz ikinci yaklaşım “kim kendini buranın parçası hissediyor ve kente nasıl iyi geliyor?” sorusuna odaklanır. Bu bakışın ipuçları:

• Aidiyet anlatıları: “Annemin komşusu beni büyüttü”, “Mahallemizde düğünler şöyle kurulur”, “Sıra gecesinde söylenen şu türkü bizim hikâyemizdir.” Yani, yerlilik bir “ev hâli”dir.

• Bakım emeği ve görünmez işler: Mahallede hasta bakımı, çocuk dayanışması, kadınlar pazarındaki ağı örgüsü; şehrin kalbini atan görünmez/karşılıksız emek.

• Kapsayıcılık–dışlayıcılık dengesi: Yeni gelenlere “bizden misin?” bakışıyla değil, “arayı nasıl ısıtıyoruz?” sorusuyla yaklaşmak. Yerlilik bir güven–ağ kurma pratiği olarak okunur.

• Kentsel kırılganlık ve iyileşme: Göçün, ekonomik dalgalanmaların, afetlerin mahalle kültürünü nasıl etkilediğine dair duyarlı gözlemler. “Kim kimin elinden tutuyor?” sorusunun cevabı burada yatar.

Bu yaklaşımın gücü; yerliliği yaşayan bir kültür olarak ele alıp, şehrin sıcaklığını ve dayanışma damarını görünür kılması. Zayıf noktası; sınırlar muğlaklaştığında “herkes yerlidir” genellemesine savrulup, somut tarihsel hakikatleri (örneğin belirli cemaatlerin asırlık varlığı) gölgeleme tehlikesi.

Karşılaştırma: İki bakış nerede ayrışır, nerede birleşir?

• Tanım kriteri: Veri odaklı çerçeve “kaç nesil?” diye sorar; toplumsal/duygusal çerçeve “nasıl yaşıyor?” diye. İlki soy–zaman çizelgesi kurar, ikincisi günlük pratiklere ve hislere bakar.

• Meşruiyet kaynağı: İlki kayıt–belge–sayı; ikincisi ritüel–komşuluk– ortak hatıra. Biri “hak” üretir, diğeri “aidiyet” üretir.

• Çatışma noktası: Kent politikalarında “ödenek kime?” gibi somut kararlar gerektiğinde veri odaklı yaklaşım güçlüdür; mahalle barışını, toplumsal uyumu inşa etmek gerektiğinde duygusal/toplumsal yaklaşım daha etkilidir.

• Kesişim alanı: “Urfa’nın ruhu” dediğimiz şey hem tarihsel süreklilikle hem de bugün kurulan bağlarla var olur. Yani bir aile üç nesildir Balıklıgöl civarında olabilir; ama mahallenin yeni sakinini misafir edip sofraya çekmedikçe, o sürekliliğin sıcaklığı eksik kalır. Tersi de doğru: Yalnız sıcak sofra da yetmez; kentin belleğinin izini sürmeden, taşın, suyun, çarşının hikâyesini bilmeden “yer” ile bağ derinleşmez.

Urfa’nın çok-katmanlı kimliği: Arap, Kürt, Türk, Türkmen, Alevi, Sünni…

Yerlilik tartışması Urfa’da etnisite, mezhep, dil ve mahalle kültürleriyle örülüdür. Çarşı içindeki esnaf ağları, Harran–Birecik–Suruç hattının hikâyeleri, Halfeti’nin suyla kurduğu yeni ilişki… Tüm bunlar “biz kimiz?” sorusuna katman ekler. Bu katmanlılık hem bir zenginlik hem de “kim daha yerli?” yarışı olduğunda kırılganlaştırıcı bir unsur olabilir. Burada iki yaklaşımın el sıkışabileceği yer, ortak yaşama ahdidir: Bir yanda tarihî cemaatlerin hakkını, diğer yanda yeni gelenlerin insan onuruna yakışır biçimde kök salma hakkını birlikte savunmak.

Politika ve gündelik hayat: Yerlilik pratikleri nasıl şekillenir?

• Eğitim ve dil: Okuldaki müfredat, evde konuşulan dil, sokakta selamlaşma biçimi. Veri yaklaşımı “okullaşma oranı, dil kullanım yüzdeleri” der; duygusal yaklaşım “komşuyu kendi dilinde selamladın mı?” diye sorar.

• Ekonomi ve esnaflık: Tarihî hanlar, yeni AVM’ler, pazar yeri kültürü. Biri kira–mülkiyet–istihdam rakamlarını çıkarır; diğeri “müşteriyle göz göze gelen esnafın hatrı”nı konuşur.

• Kültür ve ritüel: Sıra gecesi, düğün, taziye. Kayıtlara geçmeyen ama kenti kent yapan dokular burada yaşar.

Tartışmayı açıyorum: Sizin deneyiminiz ne söylüyor?

• “Yerli” olmanın minimum eşiği sizce nedir: üç nesil, on yıl, yoksa “komşunun anahtarını emanet edecek kadar güven” mi?

• Soyağaçları ve tapu kayıtları sizce belirleyici mi, yoksa mahallenin “sen artık bizdensin” dediği an mı?

• Yeni gelen biri, Urfa’nın dil–mutfak–ritüel evrenine nasıl ve ne kadar sürede dahil olur? Bunu hızlandıran/engelleyen en kritik etkenler neler?

• Kadınların görünmez emek ağları (taziye, doğum, hastalık, düğün) sizce kentte “yerli kabulü”nü erkeklerin esnaf–hemşehri ağlarından daha mı hızlı kuruyor?

• Belediyelerin/kurumların “yerlilik” üzerinden kaynak dağıtımı yapması sizce adil mi? “Urfa’da doğan önceliklidir” gibi bir politika sosyal barışı nasıl etkiler?

• Göçle gelen çocukların okul ve mahalle ilişkilerinde gördüğünüz en iyi uyum örnekleri neler? Paylaşır mısınız?

Köprü önerisi: İki yaklaşımı nasıl birleştirebiliriz?

• Tanım karması: “Kayıt+pratik” modeli. Mesela “iki nesil Urfa’da yaşamak VE mahallenin ortak ritüellerine aktif katılım” gibi çift anahtarlı bir yerlilik.

• Ölçülebilir aidiyet: Komşuluk, sivil inisiyatif, yerel kültür etkinliklerine katılım gibi göstergeleri nicel hale getirmek (gönüllülük saatleri, mahalle meclisi katılımı) ama bunu bir “puanlama”ya çevirmeden, politika tasarımında rehber olarak kullanmak.

• Dil köprüleri: Türkçe–Kürtçe–Arapça selamlaşma ve gündelik sözlükleri; okul–mahalle–pazar üçgeninde basit, kapsayıcı dil pratikleri.

• Anlatı arşivi: Her mahalleden “yerlilik hikâyeleri” toplayıp dijital bir sözlü tarih oluşturmak; veriyi de duygu ve hatırayı da birlikte yaşatmak.

Son söz yerine: “Yerlilik” bir yarıştır, ama kiminle?

Bence “yarış” başkasıyla değil, kendi dar tanımlarımızla. Urfa’nın yerlileri, hem bin yıllık taşların üstüne gölge düşüren ataların çocuklarıdır, hem de bugün sokakta yan yana yürüyen ve birbirinin hayatına değen komşulardır. Bir elimizle tarihin omzunu tutarken diğer elimizle bugünün misafirinin elini sıkabildiğimiz ölçüde, “yerli” kelimesi ayrıştırmaz; aksine kucaklar.

Söz sizde forumdaşlar: Siz hangi örneklerle bu tanımı genişletir ya da sınırlandırırsınız? Mahallenizin küçük ritüellerinden, esnaf sohbetlerinizden, okul kapısındaki dayanışmadan örnekler verir misiniz? “Ben Urfa’yı böyle yer edindim” ya da “bizim aile böyle yerli oldu” hikâyeleri özellikle kıymetli. Paylaştıkça netleşecek; netleştikçe birlikte güçleneceğiz.
 
Üst